Afyon Bayan Masör – Masör Ece

Afyon Bayan Masör – Masör Ece

Afyon Bayan Masör aldığım mektuplar yalnızlığımı eritiyordu. Kardeşimle de uzun uzun konuştuğumuz oluyordu. Poupette, o yıl felsefeyi bitirmişti. Kış boyunca da birbirimize çok yakın olmuştuk. Din mevzusundaki görüşlerim dışında, her şeyimi anlatmıştım ona. O da benim şeklinde gözünde büyütüyordu Jacques’ı; o da benim gibi efsaneleştiriyordu onu. O da benim gibi, Cours Desir’den ve okul arkadaşlarından nefret ediyor, onları küçümsüyor; çevremizdeki şartlanmış önyargılara omuz silkiyor ve “barbarlara” karşı paçaları sıvıyordu. Belki de onun çocukluğu benimki kadar mutluluk içinde geçmediği için, üzerimize çöken geleneklere karşı, Poupette benden çok daha haşin şekilde başkaldırıyordu.

Afyon Bayan Masör akşam, utangaç bir tavırla, “Biliyorum, saçma bu meydana getirdiğim, gülünç oluyorum” dedi, “fakat annemin, bana gelen mektupları açması hoşuma gitmiyor, ne suniım… Mektup açılmış oldu mu, okuyasım gelmiyor. Bir tat alamıyorum.” Bunun, beni de tedirgin ettiğini söyledim. Nihayetinde cesaretimizi topladık, her şeyi göze aldık; ne de olsa, artık birimiz on yedi, birimiz on dokuz yaşındaydık. Gittik anneme, mektuplarımızı açmamasını rica ettik.

Ruhlarımızın selameti için bunu yapmasının bir ödev olduğunu söyledik; direttik, sonunda isteğimizi kabul etti. Çok önemli bir zaferdi bu. Annemlerle aramdaki gerginlik, tümüyle birazcık gevşemiş gibiydi. Günlerimi refah ve sessizlik içinde geçiriyordum. Kafam dinçti. Felsefe okuyor ve bir şeyler yazmayı tasarlıyordum.

Afyon Bayan Masör

Afyon Bayan Masör yapacağıma karar vermeden önce uzun süre bocaladım. Pradelle, ilk ödevimin, hakikati aramak olduğuna inandırmıştı beni. Kitap yazmak, bu ödevden kaçmak demek olmayacak mıydı? Ve bu tasarımda temel bir çelişki yok muydu? Her şeyin anlamsızlığı, boşluğu, aslaliği üzerine yazmak istiyordum. Oysa bir yazar, kitap yazdığı anda, kendi umutsuzluğuna ihanet etmiş olur. Belki de Mösyö Teste’in suskunluğunu seyretmek daha doğru olurdu. Ek olarak, bir kere yazmaya koyuldu mu, basan, şan, şöhret benzer biçimde, dudak büktüğüm şeylere özlem duymaktan da korkuyordum.

Bu soyut engeller, beni yazmaktan alıkoyacak derecede ağırlık taşımıyorlardı. Mektup yazıp, arkadaşlarımdan bu konuda öğüt istedim. Umduğum şeklinde, yazmaya başlamam için desteklediler beni. Uzun, kapsamlı bir romana başladım. Romanın kahramanı, benim başımdan geçenlerin tümünü yaşayacaktı. “Gerçek yaşam” kavramında kendini bulacak, çevresiyle çatışacak, sonrasında her konuda, eylemde, aşkta, bilgide düş kırıklığına uğrayacaktı.

Romanı nasıl bitireceğimi, neticeta nasıl sonuçlanacağını hiç bilemedim; çünkü vakitım yoktu ve yanda caydım. Zaza’dan gelen mektuplar, temmuzda aldığım mektubun havasında değildi artık. Son iki yılda, düşünsel gelişiminin büyük olduğundan, olgunlaştığından, değiştiğinin farkına vardığından söz ediyordu. Andre ile kısa süreli buluşmasında, onda aslabir gelişme olmadığını; hâlâ çocuk olduğunu, biraz boş sayılabileceğini görmüştü. Aşkının “içtenlikten ve yüreklilikten yoksun, yitip gitmesi istenmeyen düşlerin direnmeçı bir kovalanışı” olup olmadığından kuşAfyonnmaya başlamıştı. Kim bilir fazlasıyla, Le Grand Meaulnes’ün etkisine tutulmuştı. “O kitapta, gerçek temeline oturmayan bir aşk, bir düş dünyası buldum. Bu, kim bilir beni, yolumdan şaşırttı, kendi öz benliğimden çok uzaklara çekip götürdü.” Kuzenine olan sevgisinden hiç pişmanlık duymuyordu. “On beşimde beni kapsayan bu duygu, yaşama gerçekten ilk göz açışım oldu.